30 Aralık 2016 Cuma

Şortlu, şıpıdık terlikli yeni yıl

Güzel arkadaşlarım, 2015 korkunç bir yıldı, 2016 iyice batırdı. Hayret verici bir şekilde ikisinden de sağ çıkmayı başardık. Hepimizi kutlarım. Kaybettiğimiz dostlarımızı, kardeşlerimizi anmaktan yıl içinde bir katliamı anmadığımız gün kalmamış olsa da, yeri geliyor yüzümüz yine de gülüyor, çocuklar büyüyor, kedili videolar izliyoruz, bir şekilde yaşıyoruz. 

Ben geçen sene bu vakitlerde çok zorlanıyordum, pek de gülemiyordum zaten. “Keşke doğmasaymışım” noktasında bir yerlerdeydim. O ruh haline yakışır bir şekilde yılbaşı da korkunç geçmişti. İstanbul’a babamların yanına gitmeye çalışmıştım ama uçağım o kadar çok o kadar çok rötar yapmıştı ki, yeni yıla Esenboğa’da tek başıma ağlayarak girmiştim. Bir yandan ağlıyorum, bir yandan da düşünüyorum, şurada tatlı tatlı ağlarken bir kadeh viski alsam havaalanının aynı yerde hem viski hem tarhana çorbası satmayı başaran mekanlarından birinde, gideceği yere yetişememiş aşırı yakışıklı biriyle filan göz göze geliriz, olaylar gelişir, sonra çocuklarımıza anlatırız güleriz, film gibi olur ne güzel; ama etrafta yeni yıla havaalanında girdiği için üzülen bir tek ben vardım, geri kalan herkes noel baba dövmeye ant içmiş sarıklı cüppeli dayılar, viskiden de anlamam zaten, ağlaya ağlaya havaş’a binmiştim, havaş da yoktu, melih gökçek’in servislerine binip, kös kös eve dönmüştüm. Neticede ne varsa ailemizde, ne varsa dostlarımızda var. Geçen yıl onların sevgisi ve desteğiyle (belki farkında olmasalar bile) bir şekilde geçti. Bence gerçekten pek farkında değiller, (değilsiniz diyeyim ya da), hepinize çok teşekkür ederim, iyi ki varsınız. 

Avustralya yeniyıla sizden önce girecek evet ama 15 saat önce değil, o yüzden bu geçen senenin fotoğraflarından.
Bu akşam kutlayalım, bir sonraki yazıya kendi çektiğim fotoğrafları koyarım.
Zaten  bence havai fişek Melbourne'de de olsa köylü eğlencesi, hiç sevmediğim bir şey.


Siz yapar mısınız bilmiyorum, ben her sene yeni yıl kararları alırım. Sonra o kararları uygulayamam. Sonra ne beceriksizim lan, bu sene de bambaşka bir insan olamadım diye kendimi yererim. Bu sene tam kağıdı kalemi elime aldım, kararları yazacağım, “yazmıyorum lan” dedim. Yazmıyorum. Yeni kararlar almıyorum. Bambaşka filan olmayacağım 2017’de. Çok meraklıysa değişime, 2017 kendisi bambaşka olsun. Ben iyiyim, dünya kötü. Dini referansla geliyorum hazır olun, anneannemin iddiasına göre Muhammed’in bir hadisi varmış: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın.” Var mıdır yok mudur böyle bir söz bilmiyorum, sanırım dinle alakalı tek sevdiğim söz bu. Hayat bizim için aksini yapsa da, bari biz kolaylaştıralım, zorlaştırmayalım.

Ama duramadım, yine de alternatif kararlar aldım. Şöyle ki:

1.     Bu sene hiç tartılmayacağım. Her sene ocakta 10, şubatta 15, martta 20 kilo versem toplamda 45 kilo vererek nisanı göremeden ebedi yolculuğuma uğurlanırım inşallah diye rejim planları yaparım. Tamam yeter. Veganım, günde on öğün sebze meyve yiyorum, spor yapıyorum. Bu sene tartılmayarak bu konuya ayırdığım nöronlarımı boşa çıkarıyorum. Azıcık dinlensinler, yazıktır.
2.       Bu sene, hepinizin lisede okuyup bitirdiğini tahmin ettiğim, bu yüzden utanarak “bunları hemen okuyup bitirmem lazım, çok büyük rezillik” başlıklı 300 kitaplık bir liste yapmayacağım. Okumayı çok seven bir insanım, canım çektiği gibi okumaya devam edeceğim. Hem belki sizin o lisede okuduklarınızı kırk yaşında ilk kez okumanın güzelliği ayrıdır, ne biliyoruz? (Nasıl okudunuz olum o kadar kitabı lisede ya, ben ders çalışıyordum, ondan mı acaba o arayı kaçırdım? Sizin yüzünüzden cahil hissediyorum kendimi, okuyan yazan arkadaşlar da zor.)
3.       “Bu sene insanlara karşı daha sıcak ve sevimli olmaya çalışacağım” da her yılki listede yerini mutlaka alırdı. Şimdi ben ağzı bozuk, sivri dilli ve şartlar aksini çok gerektirmedikçe ters bir insanım. Siz öyle tanımıyorsanız beni, şartlar aksini gerektirmiş demektir. Yıllardır ben de uğraşıyorum pembe osuran bir prenses olmaya. Ama olmuyor. Olmasın ya ne yapalım. 29 yıldır olmadı, bu yıl da olmayıversin. 
4.       Maalesef telefonuma bağımlıyım. Saatlerce instagrama bakabilirim, bakıyorum da. Bu sene bu da serbest, içkim yok, kumarım yok, bir instagramım var, o da oluversin. 

2015 kötüydü, 2016 daha kötüydü, 2017 daha bile kötü olabilir. Dünya zalım, bari kendimize çok da şeyapmayalım. Zaten hepimiz uçurumun kenarında yürüyoruz, zorlaştırmayın, kayar düşersiniz maazallah. Bir de kimin gerçekten yardıma ihtiyacı olduğu filan dışardan çok belli olmuyor bazen, sevdiğiniz insanların halini hatrını sorun sık sık, “ iyiyim ya nolsun” diyip geçiştirsem de aslında bana zamanında o ilaç oldu. Tekrar teşekkür ederim, eksik olmayın.


Herkese hayatta kalabildiği ve arada bir de kedili videolara gülebilecek kadar yaşama sevincini koruyabildiği bir yıl dilerim. Dahası bende de yok ki size dileyeyim, bu kafi. 

(Başlıkla yazının alakası yok biliyorum, ama kan benim damar benim, istediğim başlığı koydum.)

10 Aralık 2016 Cumartesi

Zincirlikuyu Metrobüs

Tövbe estağfur akıldan kusurluluğum tuttu, sırasıymış gibi Java öğrenmeye çok sardım. Geçen hafta online kursa başlamıştım, tabi ki devam etmem diye düşünüyordum, valla her gün açıyorum öğreniyorum. Bir de triplere girdim, burada yaz günü salak salak kapşonlar giyip geziyorum, eşe dosta mesaj atıyorum, “banka borcunuz varsa sileyim bilgisayar hekırı oldum ben” diye. (Varsa söyleyin, bu ay bendensiniz.)

Hem şu davranışımdan hem de genel olarak halimden durumumdan anlayacağınız üzere, ben güzel ülkemde değil de, bir süre başka yerde çalışsam, memleketimiz için büyük bir kayıp değil. Benim ülke değiştirmeme beyin göçü denemez, goygoy transferi denebilir. Ama herkes benim gibi akıldan kusurlu değil. Çiçek gibi arkadaşlarım var, pırlanta zekalı insanlar, dünyanın başka başka yerlerinde çalışıyorlar. Bizde yurtdışında yaşamaya “yurtdışına kapağı atmak” denir, illa ki iyi bir şey olduğu düşünülür. Ama her şey uzaktan göründüğü gibi değil, evinden uzakta olmak kolay bir şey değil. Neden başka ülkede yaşamak senin ülkenden iyi olsun ki? Kovulmadan neden gider bir insan ülkesinden? Ben bu soruların cevaplarını bilmiyorum. Belki onlar bilir diyerek yerini yurdunu bırakıp başka memleketin üniversitesine giden arkadaşlarıma anket yaptım. “Bülbülü altın kafese koymuşlar, yine de vatanım demiş mi?”, “Modern zamanlarda aşk buharlaşıp uçmuş mu?”, “Şişman Pelin olur mu?” sorularına cevap aradım.

Çeşit çeşit arkadaşıma sordum, İtalya’dan Avusturya’ya, Amerika’nın dört bir yanından arkadaşlarıma, İsviçre’ye, burada tanıştıklarıma, tanıdık olan her yere, herkese sordum. Cümle cümle herkesin cevabını yazmayayım size, anketimin sonuçlarını kendim anladığım gibi yazıyorum. (Güzelim cevaplarını piç ediyorsam böyle yaparak, arkadaşlarımdan özür diliyorum.)
  •            Benim çevremde üniversite okumaya yurtdışına giden insan sayısı çok az. Zurnanın zırt dediği yer “doktora”. Giden doktora zamanı gidiyor, dönecek insan doktorası bitince dönüyor, doktora bittikten sonra dönmeyen yakın zamanda dönmeyi düşünmüyor.
  • ·         Kimsenin ülkesini sevmediği yok, herkes seviyor özlüyor. Ama "her şeyin bir zorluğu var, yurtdışında yaşamanınki de bu" demişler, alışmışlar. Bir arkadaşım dedi ki, “Evet uzakta olmak zor ama bi Zincirlikuyu metrobüs değil.”
  • ·         İlk giderken aslında daha çok bilimsel olanaklar için, daha iyi bir eğitim için, Türkiye’ye dönünce daha iyi bir kariyeri olur diye, bir de hayat tecrübesi olsun diye gidilmiş. Genelde "giderim daha da dönmem" diye yola çıkılmamış. Gidilecek, doktora yapılıp dönülecek, böylece Türkiye’de daha iyi bir hayat kurulacak. Plan aslında bu. Ama ülkenin siyasetinin lağım çukuru haline gelmesi arkadaşlarımı memlekete dönmekten caydırmış.  (Yani herkes caymamış ama şu an Türkiye’de olmama sebeplerinden en önemlisi bu gibi anladım ben.) Hatta akademisyenliği bırakmayı düşünmesine rağmen yine de Türkiye’ye dönmeyi düşünmeyen arkadaşım bu duruma bir örnek.
  • ·         Türkiye’deki üniversiteleri beğenmiyorlar çoğunlukla. Arkadaşlarım kabahati farklı farklı yerlerde bulmuşlar, o konuya girmeyeceğim hiç ama ortaklaştıkları nokta şu: İnsanda heyecan uyandıran, teşvik eden, akademisyeni ilerletecek bir ortam yok.
  • ·         Aileyi çok özlüyor herkes, bir de arkadaşları. Dağın taşın yemeğin çayın lafını eden yok. Kimse çiğ köfte de demedi, oysa ben iki ayda özledim. (burda gözleme var, çiğ köfte yok. hiç yok.) 
  • ·         Ne olsa dönersiniz diye sordum, çoğu arkadaşım “geldiğimde üniversiteye biraz faydam olacağını hissetsem gelirim” dedi. Daha iyi hayat şartlarını bırakıp Türkiye’ye dönmeye razı olurum diyen sayısı çokça benim çevrede, takdir edersiniz ki yurdunu seven arkadaşlarım var. Ama gel gör ki döndüklerinde memlekete faydalı olacaklarını hissedemiyorlar bile. Ortam öyle çorak. Kimse “kaçtım kurtuldum, ne gelicem lan Türkiye’ye” demedi.  Ama biraz umut, biraz dayanışma, tünelin sonunda ışık, neyse artık, o olsa gelirim diyorlar. Bir arkadaşım hariç; o ancak ülkeye reset atılırsa gelmeyi düşünürüm dedi, o diğerleri gibi azıcık umudun peşine gelmeye ikna değil. Ona da hak veriyorum, bütün arkadaşlarıma hak veriyorum ben.
  • ·         İngilizce konuşulan ülkede olmayanların canını dil meselesi daha çok sıkıyor. Ama asıl dertleri kendini anlatamamak değil, anadilini konuşamamak. Ben de hiç sevmiyorum başka dil konuşmayı, İngilizcem de iyi baya ama yine de içim sıkılıyor başka dilde konuşurken. Türkçe öyle mi, sabah açıyorum ağzımı, uyuyana kadar kapamıyorum.
  • ·         Bir de benim arkadaşlarımın hiçbiri zenginlik peşinde koşmuyor, hayatları boyunca da koşmayacaklarını tahmin ediyorlar. Bu nedenle orta halli insanın hayatının kaliteli olabildiği yerler cazip oluyor. Para peşinde koşmak istemediğin için ülkende çalışmamak ne garip değil mi? 
  • ·         Son olarak herkes bir kafa rahatlığından bahsediyor. Benim en iyi empati kurabildiğim nokta bu. Dünya atarlısı bir insanım ben. Elektrik direğinden, duvara kadar her şeye kinlenip öfke kusabilirim. Buraya geldiğimden beri bir allahın kuluyla gerilmedim. Kimse sırada önüme geçmeye çalışacak diye önümdekinin götüne yapışmadım. Gece eve dönerken seri adımlarla yürüyüp başımı önüme eğme ihtiyacı duymadım. Çantam açık mı diye elli kere kontrol etmiyorum. Süpermarket kasasında cüzdanımı bulamadım geçen gün, arıyorum yok, kesin var ama biliyorum, bulamıyorum, çantayı döktüm tezgaha, yere düşürüyorum eşyaları telaştan, bok ettim ortalığı, yüzüm kıpkırmızı oldu, arkamda 3-5 kişi var, bekliyorlar, “çok pardon, çantam çok kalabalık, hay allah” filan geveliyorum bir şeyler… Herkes gülümsüyor, rahat olayımmış, sorun yokmuş. Şimdi diyeceksiniz ki bunun için beyin göçü mü olur… Herkesin bahsettiği kafa rahatlığı bu annem. Küçük şeyler ömrümüzü kemiriyor. Biliyorum döndüğümde hemen ilk gün biriyle yanlışlıkla çarpışacağız ve o hayvan ben pardon dememe rağmen bana bağıracak. 

Yani demem o ki, kuyruklarda önünüzdekinin işi uzun sürünce üfleyip püflerken iki kere düşünün. Üniversitelerimizin geleceği için, aydınlık yarınlar için üflemeyin, püflemeyin.


not: şişman pelin olur, arzu edenler döndüğümde kendi gözleriyle görebilirler :/
bir not daha: dönüş biletimi aldım, çok mutluyum. 
son not: hiç arayıp sormayan arkadaşlar var, döndüğümde ağzınıza sıçacağım. 


bir Ankaralı olarak hiç metrobüs çilem olmadı ama acınız acımızdır kardeşlerim.