23 Ekim 2016 Pazar

Dünya Vegan Günü ve başka şeyler.

Bu yazı biraz dağınık oldu ama içime de sinmedi öyle özensiz gibi, o yüzden şimdi paragraf paragraf sizi hangi konuların beklediğini yazacağım. İlk paragrafımız kısa bir haber, ikinci paragrafımız dünya vegan günü ve buradaki festival ile ilgili, sonra Türkiye’de yaşamak ya da başka ülkelere göçmek fikirleri, son paragrafımız da bohem ev sahibimin yeni huyları ve bir anektod. Bu paragrafları maalesef birbirlerine bağlamayı da beceremedim, ne de olsa yazar değilim. Kusura bakmayın. Zaten hepiniz en son fotoyla ilgileneceksiniz, arkadaşlarımı tanıyor biliyorum. 

Öncelikle müjdemi isterim! “Gidince araştır, oraya nasıl taşınırız, bize ekmek var mı”cı arkadaşlarım! Türkiye’de dahiliye uzmanı olduktan sonra buraya taşınıp yakın zamanda da burada işe girmiş bir doktor arkadaş ile tanıştım. En kısa zamanda elimde not defterimle kapısını çalacağım, edindiğim bilgileri buradan aktaracağım. Rica ederim, vazifem.

ya sizin allahınıza kurban olurum!

Bugün dünya vegan günüymüş. (Vegan günümü “bol yemek seçeneklerin olsun, bir yediğine bir daha iki hafta sonra sıra gelsin inşallah” diyerek kutlayan Ayşen Aktaş arkadaşımı isim vererek buradan övmek isterim.) Benim de haberim yoktu böyle bir gün olduğundan, üniversitenin spor salonuna üye oldum, orada yoga derslerine gidiyorum. Yoga hocası söyledi “Pazar günü vegan festivalinde görüşürüz” diye. Hocaya sorunca öğrendim ki, dünya vegan gününde Melbourne’de festival oluyormuş. Bugün gidip gezdim, Ankara’da çektiğim çileye yandım. Çeşit çeşit vegan yemekleri, vegan kozmetikler, temizlik ürünleri, hayvan hakları için çalışan derneklerin dayanışma standları…

vegan protein içecekleri, cennet gibi yav gözlerim doluyor baktıkça.
Çorbası yapılan köpek balıklarından turistik yerlerdeki develere, ördek avcılığından yabani ayıların sayısına kadar pek çok konuda kampanyalar vardı. Yemekler kısmına geri dönmek istiyorum, vegan olunca sen ne yiyorsun diyenler keşke burayı görebilseydi. Zaten veganlar iştahlarıyla ve çok yemeleriyle ünlüdür, ben de kendi adıma bu ünün hakkını verecek bir kudret gösteriyorum. Festival alanı da tıkına tıkına gezen vegan doluydu. Hayvanları sevin rica ederim, hiç değilse haftada bir gün vegan beslenin. Size de güzellik olsun, hayvanlara da, gezegene de. Gözlerinizden öperim.

he salata yiyoz hep salata ot evet.

Dünyanın en güzel şehirlerinden birinde üçüncü haftama girdim. İki kelimemden birinin koala ya da sörf olmasını beklerken geçen hafta Bilecik’ten Yozgat’tan bahsederek geçti. Çünkü evlenmemiş doktorların ağzına sıçma zamanı, mecburi hizmet kurası zamanı. “Arkadaşlarımın gideceği yerler güvenli mi, başhekimleri nasıl birer andaval olacak kim bilir acaba, bari şehir merkezi olsaydı, Viranşehir neresi lan” düşüncelerini ister istemez “benim mecburime şurada ne kaldı, ayrıca hakkaten Viranşehir neresi ya” sorusu takip etti. Cevap veriyorum, Şubat 2017’de dönüyorum, Haziran 2017’de uzman oluyorum, Ağustos kurasıyla giderim. Geçenlerde bizim araştırma ekibinde çalışan esas kadın, Brezilyalı ablamız, Evelyn, mutlaka Türkiye’de mi yaşamak istiyorsun yoksa seçeneklere açık mısın diye sordu. Açığım dedim, dememe kalmadı, benim 10 yıllık hayat planımı yaptı koydu önüme. Avustralya’ya taşındım, diplomamın denkliğini aldım, o arada maddi zorluk çekeceğim dönemde hangi işte çalışacağımı bile kafasında ayarladı, bir küçük PhD bile sıkıştırdı araya, oldu bu iş dedi. Evelyn ne oldu, bana da anlat diyorum, ses yok, kadın daldı gitti. Kesin o sırada çocuklarıma isim düşünüyor. Eğer kafamıza koyup çalışırsak başarırız dedi. Kafamız? Bizim kafamız? Biz bir ekip olduk belli ki. Başarırız dediği de beni buraya yerleştirmek. Olur mu olmaz mı ona pek kafa yormadım şimdilik, zaten Evelyn yeterince düşünüyor benim yerime. Ama biliyorum ki şundan iki üç yıl önce bu konuyu konuşturmazdım ben. Döneceğim derdim, kendi ülkem var, işim gücüm var, burada kalmak istemezdim. Şimdi öyle diyemedim. Türkiye ile ilgili bir şey sordukları zaman bağını bahçesini övüyorum, yemekleri övüyorum, gerisine diyorum ki “hiç güvenli değil.” Neyse bunlar herkesin bildiği şeyler, tekrar tekrar yazıp birbirimizi ülkemizin boktanlığı konusunda gaza getirmenin manası yok. Neticede hüzünlendim, kederlendim ama seçeneklere açığım dedim, öyleyim. Ailem, arkadaşlarım, kedilerim. Özlediğim 3 kalem şey var, başka da bir şey yok. Yani aslında bir de “Ünlülerin Çiğ Köftecisi Malatyalı Osman Usta”nın çiğköftesi. Onu da baya özledim. Hatta biraz daha spesifik olacaksak bu dükkan Kolej’de, bunun bir de Dikmen şubesi var, Dikmen’de Şahin Usta var, genç bir adam, Osman Usta yetiştirdi onu da, onun orda çiğköfte çok güzel. Beni tanıyor, sınırsız çay da veriyor. Evet özlediğim şeyler bunlar. Bin yıl da kalsam özleyeceğim şeyler sanırım yine bunlar olacak.

dikmen caddesinde petrol ofisinin hemen yukarısında burası, gidip benden bir selam söyleyin. 
Ya aslında her şeye kolay alıştım çünkü her şey pratik, mantıklı, insancıl. Bir kendi yemek düzenimi oturtamadım, onu da sanırım yakında hallederim. Geçen gün canıma tak etti bulgur pilavı yapacağım, barbunya yapacağım, evde yağ bulamadım. Hindistan cevizi yağıyla barbunya yaptım. Çünkü benim ev sahibi en doğal en işlenmemiş yağ hindistancevizi yağı diyor, onu alıyor. İşlenmiş hiçbir şey ev sahibimin narin bedenine girmesin diye “Coconut” yağında soğan kavurdum. Bu aralar Nan (adını biliyorsunuz değil mi, ev sahibim Nan) iyice çığırından çıktı zaten. Mutfaktan masayı da attı dışarı, yere ufak bir şey koydu, evle bütünleşerek yiyoruz yemeğimizi. Şimdi bu adam ekmeğini mobilya tasarımından kazanıyor, kafasındaki konsept de evin bir uzantısı, eli ayağı gibi olan mobilyalar. Büyük hacimli şeyler sevmiyor.  Ben de Allah'tan iri yapılı bir insan değilim, yine de fazla dik durmadan duvarlara sürtüne sürtüne kenardan kenardan geziyorum, evle ayrışık olduğumu çaktırmadan idare ediyorum. Su israfı olmasın diye de arka bahçeye işiyor, size onu söylemeyi unuttum değil mi? Küçük bir oğlu var, bazen bizde kalıyor, oğlanla bu gidiyorlar arkaya işeyip geliyorlar. Geçenlerde bana açtı bu konuyu, rahatsız olur musun diye. Yani ne diyeyim ben bu saatten sonra, ben işemem bahçeye dedim, siz ne yaparsanız yapın. Avustralya burası ya, yılan kapar götümü ben nasıl bahçeye işeyeyim. Neyse zaten bana bahçeye işe demiyormuş, biz işesek sen rahatsız olur musun diyormuş. Herkes istediği yere işeyecek evde, öyle tatlıya bağladık. Siz de isterseniz gelin mutfağın ortasına sıçın yani, bir şey demeyiz biz, öyle genişledik artık. 

Bakın şöyle oldu mutfak masamız:
bildiğin yer masasının azcık havalı hali. 

Geçenlerde hayat dersi verdi, onu da anlatıp bitireyim.  Birinden bahsediyorum Nan’a, ama itin götüne sokup sokup çıkarıyorum elemanı. Nan’ın da sevmeyeceği özelliklerini şişirerek anlatıyorum, o da sevmesin, birlikte giydirelim istiyorum. Nan dedi ki, dur böyle yapma. Nasıl yapmayayım? Dedi ki, sevmediğin bir şey ararsan orası dipsiz kuyu. Karşına senin kopyanı getirseler onda bile sevmediğin sonsuz şey bulursun. Sevdiğin bir şey bulup ona odaklanmaya çalış. Mutlaka vardır, küçük bir şey bul dedi. Yaa işte, bu da ibret dolu bir öykümdü.

Bu yazıyı bağlayamadım, basiretim bağlandı, idare edin. Çok özlüyorum hepinizi. Kendinize iyi bakın, buralara gelirseniz kalacak yer var. 

Alın bu da vegan festivalinden bonus foto.
Doğayla barışık kadın pedi yapmışlar. Nasıl olacak tam anlamadım ama
tanesine 15 dolar verip 2 tane aldım, 2 tane de hediye ettiler.
4 taneyle ömür geçmeyeceğine göre acaba yıkayacak mıyız nabacaz bilmiyorum. kısmet.
Burda yoktu ama piyasada vegan prezervatif de var. çok garip di mi :)
öbürküsü hayvanlıymış demek ki. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder